10 Ağustos 2011 Çarşamba


      Yıkanıp, tab ettirilmeyi bekleyen 3 tane filmim var. Hatta birisi Nisan ayından kalma, inanamıyorum kendime.. Sürekli çekiyorum lakin, sonrası yan yana sıralanan film kutuları.. Oysa belki de unutmaya başladığım anılarım var içlerinde. Yok yok, Nisan'dan bahsediyoruz  kendime bu denli uzak olamam ya !
      Neyse, yarın ilk iş Sakarya'da Ankara Color'a gidip onları vermek olsun.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Korkular-1

    Kim ne derse desin,sabah ezanından korkuyorum ben.Bizim müezzinde aramıyorum suçu,nerede olursam olayım böyledir hep.Saat 5'i geçiyorsa ve uyumadıysam mutlaka bitmesini beklerim.Okunurken internetten bi'şeye bakarım mesela yahut online olan birileriyle konuşurum hal hatır sorma geyiğine.Yanımda birileri varsa onları konuştururum,hatta uyuyanı uyandırmışlığım bile vardır bu yüzden.Hipnoz mipnoz deyip çocukluğa dönmek lazım bu konu için çünkü beylik korkularımın bi'çoğunun sebeplerini hatırlıyorum lakin bu konu muallak.Öyle işte.

Dip not : Ilıman islamcılar korkmayın ben de ananas seviyorum ama yersen.

yazdan kalma bir günden..


                                             Ankara'da bir öğle vakti yağmur yağıyordu, 
                                   Bardaktan boşalırcasına..
                                   Ve bir genç,okuduğu kitabın derinliklerine dalmıştı çoktan 
                                   Yağan yağmura inat,Afrika'nın bir çölünde serap görüyordu, 
                                   Ankara'da bir öğle vakti yapmur yağıyordu... 
                                   Şemsiyesi uçunca farketti bir adam hâlâ varolduğunu 
                                   Hayat ara sıra da olsa rayından çıkıyordu 
                                   Peşinden koşarken uçan şemsiyesinin 
                                   Ankara'da bir öğle vakti yağmur yağıyordu... 
                                   Şehrin bir köşesinde oturmuş kanepesine 
                                  "Neden" diye düşünüyordu bir adam, 
                                  "Nasıl" diye düşünmeye üşendiği için. 
                            Ve "kim" diye düşünmedi hiçbir zaman,bir yaratıcıyı kabul etmediğinden 
                                    Zamanın başka bir boyutunda yaşadığını anlıyordu 
                                    Yelkovan akrebi kovalıyordu eski bir duvar saatinde 
                            O saatin içine tıkılmış olmasalar kim kimi kovalardı belli de olmazdı hani.. 
                                    Ankara'da bir öğle vakti göğü inletircesine yağmur yağıyordu 
                                    Kendini sokağa attı bir genç kız 
                                    Damlaları tek tek hissediyordu 
                                    Bir yıldırım esir almadan onu,yağmurun kucağında mutluydu 
                      Ve Ankara bir öğle vakti yağmurla genç kızın son tangosuna tanık oluyordu 
                                   "Yazık" diye düşündü bir adam köşeyi dönen ambulansın ardından 
                                    Aynı adam aynaya bakmaktan korkardı 
                                    Baksa anlayacaktı belki "yazık"ın gerçek anlamını 
                                    Döndü arkasını sessizce kayboldu... 
                                    Ankara'da bir öğle vakti yelkovan akrebi yakaladığında 
                                    Birisi bir yerlerde eline almış kalemi                                            
                                    Belki de hiç tanımadığı kişilerin hayatını yazıyordu 
                       Ve bir hastane odasında yaşlı bir adamın kalbi durmayı planlar iken 
                                    Ankara'da hâlâ yağmur yağıyordu...





                                                                                                                          " şahsıma aittir,taklitlerinden kaçınınız "

8.yıl

 " O gider,bu gider,şu gider,
  Dostluk sen yanıbaşımızda kalırsın.. "

 Özet geçmem gerekirse durum budur.Birbirimize deliler gibi kızıp,içimizden küfretmişliğimiz de vardır belki..Olmasa,olmazdı.Zaten önemli olan her şeye rağmen beraber olabilmek değil mi ?
-Deniz Dönmez ne demek ?




Beraber viking olmak demek !







REDD konserinde Doğan'dan pena kapmak demek !










Beraber yemek yemek demek .




Bağıra çağıra şarkı söylemek demek.








Hayata Göz Kırpmak demek .







Bihter elbiselerimizi giymek demek .

    Tabii bunlara İsveç'de Lahme Weshmihey yemek,hayat maksimumda zıplayışı yapmak,hafıza kartını pc'ye sıkıştırıp cımbızla çıkarmaya çalışmak,buz patenine gitmek,farklı zamanlarda Kitapça'da oturmak,Leman'da çay içmek,dans kursuna yazılmayı düşünmek,anahtarı odada unutmak,Amasya'da 6 kişilik odaya 21 kişi toplamak,çekirdek çitlemek,haydiii demek ve daha niceleri ilave edilebilir.8 yıl haftada en az 2 günden görüşme süremizi hesaplarsanız bu yazdıklarım az bile gelebilir.


    Şimdi okuyanların çoğu ya bi' bok anlamayacak ya da aman ne duygulu deyip dalga geçecek ama gerçek budur.Deniz Dönmez iyi bir dostun ötesinde,bir alışkanlık,bir vazgeçilmezdir.Şimdi bu yazıyı yazdım çünkü aramız açılır felan-olur mu olur hayat efendim- insan unutur hatırlamazsa ! Biz de bakıp hatırlarız artık.


                                                                                                                            " prensesin uykusuyum "






...

  İçimde kaç kişi var şu an bilmiyorum.Anlık duygu değişimlerim var.Bir an gülüp ardından ağlayabiliyorum.Hem çok iyiyim hem de değilim.Belki de bir psikoloğa gitmeliyim.Deli doktoru diye düşünenler,fikrinizi değiştirmek için çabalamayacağım.Beni çok iyi tanımayan birine dertlerimi anlatmak iyi geliyor çünkü beni yargılamıyor,sadece anlamaya çalışıyor.Bu yüzdendir ki düşüncelerimi önemsiyor.Son zamanlarda O'nun hakkında çok konuştum,çoğunlukla da gereksiz.Bu yüzden kimse beni gerçekten dinlemedi.Hak veriyorum,çok sıkıcıydım.Lakin kimse de kendime gelmem için sarsmadı beni.Beklediğim buydu belki de.Ansızın çalan telefonun ardındaki "yeter artık,yenildin kabul et ve sus" sesiydi.Olmadı.
  Bir karar verdim ben bu gece.Beni tanıyanlar için inandırıcı değil ama inandırıcının ötesinde "gerçek" olmalı.Yeter artık kaybedenleri oynadığım.Kaybettim ama yaralarımı da sardım.Neden kabuklarını soymak için bu kadar çabalıyorum ki.Bu sesli olarak dile getirdiğim son şeyler O'nun hakkında.İçimden konuşabilirim ve bunu kimse bilmez.Dolayısıyla da kimse beni yargılayamaz.Aslında hiç fena değilim.O mavi hırkalı çocuğu yetişemediğim otobüsle beraber kaçırdım ben ve artık yakalayamayacağım,biliyorum.
 

"Sustu,konuşmak gereksizdi.Bir daha kimseye ondan söz etmeyecekti.Biliyordu,anlamazlardı. "



                                                                       " aylakım ben "

3 Şubat 2011 Perşembe

Berkay'la ilk filmimiz..



     Sıkıcı bir tatil gecesi,Feysbukta zaman öldürürken gelen ileti "film izleyelim mi ? " idi.Klasik odunluğumu yaparak ne filmi dedim ve "bildiğin kurgu" cevabıyla golü kendi ayakiçimle kaleme göndermiş oldum.Saat 00:10 civarıydı "bu saatte seans var mıdır ?" sorusu geldiği zaman.Bunun sorudan çok bir intro olduğunu hepiniz anlamışsınızdır sanırım.Gel gelelim Berkay'ın arkadaşının tavsiyesiyle "The Man from Earth ( Dünyalı) " adlı filmi izlemeye başladık.
      Film ile ilgili güncel bilgilere gelirsek 2007 yapımı,yönetmeni Richard Schenkman, başrolü ise David Lee Smith.Olay zaten genellikle başrol üzerinden dönüyor. "Üniversitede tarih profesörü olan John Oldman aniden işini bırakıp başka bir yere taşınma kararı aldıktan sonra iş arkadaşları bunun ardında yatan sebebi öğrenmek için evinde toplanırlar. Bu erken emeklilik için ortaya koyduğu sebep herkesi şok eder: Taşınması gereklidir çünkü John hem yaşlanamaz hem de bundan dolayı ölümsüzdür. O bir mağara adamıdır ve yaklaşık 14.000 yıldır hayattadır..." konu özeti ise bu.
      Gelelim benim film ile ilgili görüşlerime :


Bir kere  sonu çok saçma ve bu film için büyük bir dezavantaj.Çünkü insanlar genellikle final anını hatırlarlar.Ortadaki detayları değil.Tıpkı hep 1.lerin hatırlandığı gibi.Film 40.dakikadan itibaren insanı sarmaya başlıyor.Adam bir ara kendisinin İsa (Jesus) olduğunu açıkladığında Berkay ile aramızdaki şok edici yazışmayı hatırlıyorum.Hoş Berkay beni bomba geliyor diye uyarmıştı Mesih konusu açıldığında,neyse.Olmazsa olmaz mı derseniz hayır ama izlenilebilir bir film.Hatta "Çilekli Pasta" ile "Babam ve Oğlum" hariç tüm Çağan Irmak filmlerine basar,öyle diyeyim.


         


Peyki ben bunu niye yazdım ? Film hakkındaki düşüncelerimi paylaşmanın ötesinde bu bir teşekkür yazısı.Berkay'a feysbukun anlık hızındaki kayboluşlara inat,daha kalıcı bir teşekkür etmek istedim.Bu blog bir gün kapanabilir,ama bu teşekkür o zamana kadar baki kalacaktır.Gece yarısı iyi veya kötü bi' işe yaramama vesile olduğun için teşekkürler Berkay sana ! 


   
                                                                                   "belki şehre bir film gelir / gülümse "



Safranbolu..Çocukluk..Anılar..Anneannem..

Safranbolu, Karabük ilinin en büyük ve gelişmiş ilçesidir. Konumu Ankara'nın 220 km kuzeyinde ve Karadeniz'in 90 km güneyindedir.Karabük ilçe merkezinin de 8 km  kuzeyinde bulunmaktadır. Safranbolu şehir merkezi ile Karabük il merkezi bitişiktir.

Ev örneklerine, BeypazarıGöynük, Taraklı, Odunpazarı gibi Türkiye'nin birçok yerinde rastlanan Klasik Osmanlı kent mimarisini yansıtan tarihî Safranbolu evleri ile ünlü olan şehir, bu özelliği sayesinde 17 Aralık 1994 tarihinden beri Türkiye'de Dünya Miras Listesi'nde yer alan 9 kültürel varlıktan biridir ve turistik ilgi çekmektedir.Safranbolu ismini, bölgede yetişen ve nadir bir bitki olan safrandan alır.
Safranbolu'nun Vikipedi'deki karşılığı böyle ama bendeki anlamı daha başka.Ben çok küçükken gitmişiz oraya ya 3 ya 4 yaşındaymışım.Hatırlamak güç tabii yaş 18 şu an.Döndüğümüzde anneannem bana bir anahtarlık hediye etmişti.İleride oraları hatırlayamazsan buna bakarsın,belki yardımcı olur diye.Sonraları anneannemin bu davranışı bende her gittiğim yerden sembolik bir şey satın alma alışkanlığına dönüşmüştür,unutmamak adına.
   Bugün çekmeceleri karıştırırken o anahtarlığı bulamadım.Anneme sordum.Uzuncadır o da bulamıyormuş," evdeydi ama.." dedi.Uzun lafın kısası o anahtarlık artık yok,kaybolmuş.Küçük bir anahtarlığın artık olmayışı bir insanı ne kadar üzebilir ?..
   Küçükken Safranbolu hakkında hiçbir şey hatırlamazdım lakin her sorduklarında "evleri vardı,çok güzellerdi" derdim anneanneme gülümseyerek.Çünkü anneannem bana kendi anımı yaratma fırsatı vermişti ve o anı artık yok.Çocukluğumun bir parçası artık eksik ve saçma gelebilir ama sanki anneannem hep benimleydi ve bugün o anahtarlıkla beraber o daha da uzaklaştı benden.İnsanoğlu ne garip.Çok küçük şeylere,çok büyük anlamlar yüklüyoruz ve sonra bumm !

  Safranbolu'ya bir daha gider miyim,gittiğimde ne görür,ne duyar,sonrasında ne hatırlarım bilemiyorum ama n'aparsam yapayım orası bana eskisi kadar güzel gelemeyecek,çocukluk hayallerimde olduğu kadar..


                                                                         " zamana direnen küçük kız "

2 Şubat 2011 Çarşamba

Efsanenin ardındaki sese büyülenmek

Bir türkü vardır bilenler bilir adı "Suzan Suzi"..Efsane sonuçta,ne denli mantıklı olur vargelin siz düşünün.Yine de ben paylaşayım hikayesini,aşağıda :

Diyarbakır'ın güneybatısında Dicle Nehri kenarındaKırklardağı vardır. Bu Kırklardağı'nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar buraya gelip dilek dilerler.
Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde annesi onu süsler giydirir ve Kırklar'a ***ürerek bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüpgüzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil'le birbirlerine aşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde annesi Suzi'yi hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi Adil'le beraber dağın arkasına dolanmışlar ve orada sevişmişler. Kırklar Ziyareti bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Kız On Gözlü
prü'nün orada Dicle'de boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra Adil de aklını yitirmiş.
  
Türküsünün sözleri ise burada :


Kırklardağı'nın yüzü
Karanlık sardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Ziyaret çarptı bizi

prü altı kapkara
Anne gel beni ara
Saçlarım kumlara batmış
Tarak getir de tara

prünün orta gözü
Sular apardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Dicle ayırdı bizi




  Şimdi gelin bir de Dilek Türkan'dan dinleyelim bu türküyü :


http://ufizy.com/#wss4Frh9GAA/r/!/

Ben kaybettim kendimi dinlerken,sizdeki etkisi ne olur bilemem.

Yeniden "merhaba" demek..

Kalan hayatımdan herkese merhaba.Uzun zaman oldu ki bloguma yazmamıştı.Eski blogumu açtığımda ise oradan devam edersem geçmişten kurtulamayacağımı düşündüm.Bundan mütevellit yeni bir blog aldım kendime,ismi aynı ama hikayeler farklı olacak artık.Belki geçmişe sünger çekmeye buradan başlayabilirim.